Her zaman evim güzeldir. Çünkü ev insanın ruhunu yansıtır. Eğer evim topluysa hayatımda her şey yerli yerinde demektir. Kafada açılan klasörler dağılmışsa, kanepedeki yastıkların arasından sütyen çıkma olasılığı yüksektir. İlk buluşma sonunda bir eve gidilecekse ilk başta benim evim olmasını isterim. Karşımdaki adamın ne kadar tertipli düzenli biri olduğumu ve ruhumun inceliğini anlamasını beklerim. Evet, bir erkekten bu kadar şey bekleyecek kadar hala saf olsam da bazıları anlıyor. Mesela eve girdiğinde etrafa bakıp “Asya, evin muhteşem” diyorsa evin enerjisini hissettiğini anlarsın. Paldır küldür gelip kanepeye yayılıyorsa, direkt boş ver o adamı!
Bir de deplasman vardır ya hani, hoşlandığın adamın evine ilk gidişin… İstisnasız evi güzel olan her adama âşık olabilirim. “İstisnasız” dememin sebebi var çünkü bunlar yaşandı. Fakat soru şu, bu bir sendrom mu yoksa gerçek mi?
Bir keresinde gittiğim bir evde bütün mobilyalar o çok bilindik mobilya mağazasından alınıp konulmuştu. Ne bir ruh ne de bir enerjisi vardı. Zaten kendisi de cerrahtı. Standart doktor ciddiyetiydi. Eve ayıracak vakti olmamasından belki de öyledir diye düşündüm. Haftada iki kez gelen yardımcısının gömleklerini ütülemesi ona kafiydi ama benim için yetersizdi.
Ruh arıyordum ben, his ve biraz mükemmellik…
Bir bardak kaliteli viskimizi içtikten sonra koşarak evime dönmüştüm. Bir daha da o adamla hiç görüşmedim.
***
Beyoğlu’nda ahşap binada bir eve gitmiştim. Adama zaten bayılıyordum ama evi… Hayatımda hiç bu kadar dekore edilmemiş ama bir o kadar da güzel enerjisi olan kapalı bir alanda bulunmamıştım. Turuncuya boyadığı duvarlarında tablolar, bit pazarından aldığı bir sürü obje, eski bir televizyon, kasetçalar gibi şeyleri yerlere koymuş, yemyeşil bitkileri, sarı bir kedisi ve fanusta iki balığıyla karşılaştığımda sadece etrafa bakakalmıştım. Eski ikili koltuğa serdiği kumaşların üzerine oturduğumda burnuma gelen tütsü kokusuyla sarhoş olmaya başladım. “Deprem olsa ne yaparız acaba, bu ev yıkılır mı?” diye düşündüm. Bence iskambilden ev gibi dümdüz olurduk…
Muhabbetimizin de büyüsüyle içim yavaş yavaş akmaya başlamıştı. Tuvalete gitmek için kalktığımda ise benim gibi dan dun yürüyen biri için ahşap evin çok da mantıklı olmadığını düşündüm. Her adımımda zelzele oluyordu. Onun için parmak ucunda yürümeyi öğrendim. Hem parmak ucunda Banu Alkan yürüyüşüyle daha da seksi oluyordum.
Sürekli rakı servisi yaptığı için bir cengâverlik yapıp, “Ben doldurayım” diyerek mutfağa doğru gittim. Amacım tabii ki de mutfağa da bakmaktı. Eski dolaplar, mermer tezgâh çocukluğuma götürdü. Anneannemi hatırladım, Küçükyalı’daki yazlık evimiz de böyleydi… Bir hüzün doluyordu içime ama aynı zamanda da aidiyet hissi. “Sıçtın kızım,” dedim kendi kendime “Sen bu adama âşık olursun!”
Gece ilerleyip, kafamız da iyice güzel olduğunda en son istikamete gitmeye hak kazandım. Duvarları kırmızıya boyanmış bir yatak odası, çift kişilik yatak ve açık askıda duran kıyafetlerine baka baka uykuya daldım. Ne deprem endişesi ne de yabancı bir yerde uyuma psikoloji kalmıştı. Hatta içimden, “Deprem olsa da bu evde sarılarak ölsek” diye bile geçirmiştim.
Sabah olup güneş doğduğunda, hiç çaktırmasam da yine o mutsuz halime büründüm. Mükemmel geçen bir gecenin sonunda neden hep güneş doğardı ki? Mecburi ayrılık çanları çalarken kafamda “Susun artık!” diye çığlık atmak istiyordum. Her şeyi hallettik de şu hayatı duraklama butonuna ne zaman erişim sağlayacağız, Allah aşkına biri cevap versin!
Elimi yüzümü yıkayıp salona geçtiğimde kahvelerimiz sedirin önündeki sehpada hazırdı. Güneş yüzüme vururken cumbalı pencereden sokaktan gelen geçene bakıyordum. O üzerini değiştirip, etrafı toparlarken gitme vakti geldiğini anladım. Oysaki o evden asla gitmek istemiyordum. Beni bıraksa sedirdeki minderlerden biri olarak hayatıma devam edebilirdim. Ne kendi evim ne de geleceğim gözümdeydi…
Sonraları o eve gele gide daha da oralı gibi olsam da benim olmaması kalbimi kıra kıra, kırılmamayı da öğrendim. Bir süre sonra fark ettim ki ben görüştüğü kadınları değil, evini kıskanıyordum. Hiçbir kadın o koltuğa oturmayı hak etmiyordu. Sadece benim olmalıydı!
Sonunda ne mi oldu?
Hiç… Ben hala eviyle adama aşık, pembe hayaller dünyasında manifestolarımla yaşıyorum.
Nasıl olacağını bilmiyorum ama olacağını biliyorum.
777
Commentaires